11 Eylül 2011 Pazar

HAKEDİŞ

Kimin neyi hak edip, kimin neyi hak etmediğine kim karar verebilir? Vicdan, tecrübe, şans, kader? Öyle değil işte, öyle olmuyor. Türk filmlerinde (ki hepsine ayrı ayrı bayılırım) sevgililerden biri ölümcül bir hastalığa yakalanınca diğerine döner ve der ya "hıh, ben seni zaten hiç sevmemiştim ki, oynamıştım seninle" işte o hesap, ben aslında şöyleyim de,böyleyim de, yok efendim hak etmedim de... Dur bir dakika ya! Ona sen değil ben karar veririm. Birinin hayatımda olmayı hak edip etmediğine de, hayatımda kalıp kalmayı hak etmediğine de ben karar veririm. Yanılabilirim, ki çok yanıldığım zamanlar oldu. Ama pişman olmadım hiç birinden. Çünkü ben yaptım! Ben! Ben seçtim onları, onlarca insanın içinden.
Ve eğer söyleyecek ya da yapacak bir şeyleri yoksa, kalmadıysa, aslında hiç olmadıysa, sıkıldılarsa, daraldılarsa, başka planlar varsa, planları yoksa, plan da istemiyorlarsa kısacası orada artık durmak istemiyorlarsa aynı şeyi söylediler zaten. Ve aynı şeyi sordular: neden yapıyorsun bunları benim için? Çünkü yapmak istiyorum! Ya çok mu zor bunu anlamak? Sadece istediğim için yapıyorum. Sevmişimdir, aşık olmuşumdur, hoşlanmışımdır ne bileyim ben, olmuştur bir şeyler.
Üç gündür tanıdığım ve o zamanlar ne mal olduğunu bilmediğim bir adama böyle kalbim çarpa çarpa gidip kırmızı, kocaman bir fincan almıştım. O kadar güzeldi ki. Yeni ofisinin yeni masası için. Çünkü tam o anda hissettiğim şey: onun için bir şeyler yapma isteğiydi. Küçük olsun, benim olsun ama gülümsesin mesela görünce ya da şaşırsın, öyle bir şeyler işte. Şimdi tüm o olanlardan sonra geri dönüp "ulan o fincan parça parça olsun, her parçası da bi tarafına girsin!" diyebilirim çünkü bunu diyebilecek malzemem var. Ama demiyorum. Çünkü dedim ya, o fincanı alan benim. Ancak benim bi tarafıma girer o parçalar!
 "O kişi ben değilim, uğraşma benimle" demesi kolay. Ben bunu kendime diyebildiğimde bitiyor bitmesi gerekenler. Onun zamanını da ben bile bilmiyorum. Kendi kendimi iyileştiriyorum işte zaman içinde. Sadece çentikler kalıyor, bi'şey değil. O zamana kadar da sorumluluğu sizden alıyorum ki hiç vermiş miydim acaba?
Ama tek anlamlandıran ve abartan ben değilim. Madem anlamı yok cisimlerin, maddelerin, varlıkların, saatlerin, olayların, mekanların, şarkıların, türkülerin, yerlerin, zamanların; e iyi işte, dürtmeyin beni, hesap sormayın. Yok sayın gitsin çünkü bir noktadan sonra ben de bir şey olduğu için yapmıyorum. Beklemekle, umut etmekle işim yok; o dediklerim ancak işin içindeyken oluyor, çıkınca değil. Çünkü reddedilmek; net ve kesin olan tek şey. Yutkunurken takılsa da boğazına, hop iniyor mideye, oturuyor taş gibi ama hazmediliyor, ediliyor...
Madem anlamı yok aslında hiçbir şeyin; siz her şey, hiçbir şeymiş gibi yapmaya devam edin. Ben bu davranışlara da alışığım, hem de çok. Neredeyse dört sene boyunca dibimde durandan biliyorum her şeyi hiçe saymayı. Eninde sonunda kazanan da kaybeden de ben oldum. Bir dünya şey öğrendim ve öğrendiğim hiçbir şeyi uygulayamadım.
Anasını sattığım köprüden geçerken radyo hep aynı şarkıyı mı çalar! Ona da uyuzum zaten, çok uyuzum.

1 yorum:

  1. E iyi güzel yazmışsın da sürekli hayal kırıklığına uğramayı haketmek benim gözüme pek de doğal gözükmedi. Bile bile herkes sobaya elini değdirebilir. Değdirebilir de kaç kere. Hür irade, özgür beyin.... fasa fiso... Belki bazılarını benden iyi bilirsin. İnsan kendi kaderini kendi çiziyor hani? E be kızım bir dur o zaman. Kırmızı fincan, mor menekşe, yeşil turta.... falan yeter demek ki!! Demek ki artık tecrubeyle sabitlemelisin bir şeyleri ki, birşeyler seni daha önce sabitlemesin...
    Neyse sonuçta farketmiyor zaten, ben yine seni her halinle seviyorum:))))

    YanıtlaSil