14 Mart 2012 Çarşamba

ABBAS YOLLARDA 1.KISIM




Sevgili Blog,


Daha önce ki notlarımdan da anlayacağınız üzere ben (yine) gidiyorum. Da işte şöyle bir şey var; ben ve sevgili kuzenim #obsesifmakinist ne zaman tatile çıkmaya kalksak ve çıksak; bir tür paranoya geliştiriyoruz etrafımızda: acaba bu sefer neler olacak? Yakından takip edenler, daha önce başımıza gelen bilumum hırsızlık, kaybolma, yolda kalma vs maceralarımızı bildiği için bunu yadırgamayacaklardır ama yeni başlayanlar için bir örnek verelim:
“Larissa’dan Atina’ya gitmek isteyen iki kız, otogara gitmek üzere otellerinden çıkarlar. Ülkeye indikleri ilk günden itibaren ülke genelinde süregelen taksici grevi nedeniyle 45 derece havada valizlerini sürükleye sürükleye yürümeleri gerekmektedir. Hayır, metro falan yoktur, şehir içi otobüsle ise henüz tanışamamışlardır. Ayrıca o sıcakta, günün o saatinde (bks: saat 11 falan) sokaklarda in-cin top oynamaktadır. Otellerinin hemen yakınında ki otogara gidip oradan Atina otobüsü olmadığını, şehrin diğer tarafında başka bir otogara gidilmesi gerektiğini öğrenirler. Araç olmadığı için bankolardan birinde ki kadın, onlara bir otobüse binip askeriyede inmelerini ve 20-25 metre yürümelerini söyler (buraya dikkat). Aynen söyleneni yaparlar. Ama 20-25 metre değil, o Allahın sıcağında iki koca valizle kırk dakika yürürler. Sekiz kişiye sorup sekizinden de yanlış (ya da Yunanca olduğu için onların yanlış anladığı) tarifler aldıktan sonra nihayet otogarı ufukta görürler. O yorgunlukla -ki takriben bir buçuk kilo falan vermişlerdir- bilet almak için içeri girdiklerinde; kendilerine yolu tarif eden kadının aynı bankoda oturduğunu görürler.”
Anlayamayanlar için açıklama: tam bir saat dönüp durduktan sonra aynı otogara geri gitmişiz! Allah herkesi, Yunanlıların yol tarifinden korusun, amin. İnsanın kafasından aşağı kaynar su dökülmesi hissini bu kadar net yaşadığım çok az an vardır. Ne mi yaptık? Olduğumuz yerde çöktük kaldık. Sonunda bize acıyan ve İngilizce bilen Yunan bir amca, bizi arabasıyla otogara götürdü. Tanımadığın adamın arabasına binme konusuna gelince; amca o kadar yaşlıydı ki; zaten bize bir şey yapabilecek gücü varsa yapsın! Yapsın anasını satayım, sevap olur! İçimden dedim ama bunu ben tabi ki.
Yani işte, bu sadece bir örnek. Bu ve benzeri olayları göz önüne alınca; her tatile çıkışımızda arkamızda, bizi merakla bekleyen bir güruh bırakmamızı anlarsınız sanırım. Geçen yaz biz gitmeden hemen önce Yunanistan ekonomik krize girip isyanın merkezi olmuştu. Şimdi de Arap baharının hemen ardından Lübnan’a gidiyoruz. Hadi hayırlısı…
Beyrut fikri ilk #obsesifmakinist’e ait olup (yıllar önceden); Ece Temelkuran’ın Muz Sesleri ile pekişmiştir. Son dönemde ki gözdeliği bir tarafa Gazze şeridine inmeyi falan düşünen bir kuzenle gitmem benim şansıma. Yarın bir gün gazetelerde, sınırda çekilmiş yüzümüz poşili resimlerimiz çıkıp; altında “milis kuvvetlere katılan iki Türk kızı” ya da gözlerimizde birer siyah bantla “kaçırılan Türk kızları için ordu alarma geçti” gibi haberler görürseniz şaşırmayın. Onlar #barika ve #obsesifmakinist’ tir. Bol bol dua edin.
Şaka bir yana, buradan bakıp biraz inceleyince gördük ki; Beyrut güzel şehir. İnsanlarını gidince göreceğiz -ki bizim insanlarla iletişime geçmek gibi bir problemimiz hiç yok- ama yemekler, of o yemekler ne kadar güzel görünüyor yahu! Tamam, benden daha ciddi bir mesaj bekliyorduysanız, burası hayal kırıklığına uğradığınız yer olabilir ama bir bakın o Lübnan yemeklerine lütfen, beni anlayacaksınız. Zaten gelince anlatırım ben size “ideolojik oluşumların humus üzerinde ki etkisi” ni canlarım, merak etmeyin.
Cuma gece yarısı ineceğimiz ve bilmediğimiz bir otele (Ama bu sefer önceden rezervasyonlu. Gelişme mi gösteriyoruz yoksa macera ruhumuz sekteye mi uğruyor bilemiyorum. Halbuki Edinburgh’ta, gecenin on ikisinde otelsiz olarak elimizde bavullarla bir otobüs durağında kalakalmamızın üzerinden sadece dört sene geçti) geçeceğimiz günün ardından bakıp göreceğiz ne menem bir memleket bu Beyrut. Ve bakalım bize hazır mı?

2 yorum: